Türk Hava Yolları ile 13 saatlik direkt uçuşun ardından (direkt diyorum ancak önce Johannesburg’a iniyor uçak, yolcu indirip bindiriyor, uçak içinde yaklaşık 2 saatlik beklemenin ardından yine havalanıyor) Cape Town’da bizi 6 gece ağırlayacak otelimiz Southern Sun Cullinan’dayız. Otelimiz hem şehir merkezine hem de liman bölgesi Waterfront’a 15’er dakikalık yürüme mesafesinde. Oteldeki görevliler bize şehir merkezine akşam 17:00’dan sonra yürümememizi tavsiye ediyorlar. Waterfront bölgesine ise saatte bir servisleri var. Gelmeden önce okuduklarımız, duyduklarımız ve burada görevlinin sözleri bizi biraz korkuttuğu için akşam geç saatlere kadar dışarıda kalabileceğimiz Waterfront bölgesine gidiyoruz. Alışveriş merkezi, otelleri, dünya mutfağından örnekleri bulabileceğiniz restoranları, barları ve sokaklarda kendi müziklerini yapan yerli insanları ile oldukça kalabalık ve turistik bir bölge burası. Çoğu akşam buradayız 🙂
Seyahate çıkmadan önce ilk defa gün gün ne yapacağımızı planlamıştık. Neredeyse her sabah saat 6’da güne başlıyor, grip olmamıza rağmen akşama kadar bu şehrin keyfini çıkarıyoruz. Gezimize Nelson Mandela’nın 18 yıl boyunca tutuklu kaldığı adayla, Robben Island ile başlıyoruz. Waterfront’daki sarı renkli saat kulesinin yanındaki limandan kalkan teknelerle adaya ulaşılıyor. Tekne yolculuğu 45 dakika sürüyor. Yolculuğa başlarken kıyıda fokları görebilirsiniz. Adaya vardığımızda bir otobüse biniyor, adayı önce rehber eşliğinde otobüsle geziyoruz, ardından hapishanenin içine giriyoruz. Burada ise eski siyasi tutuklular rehberlik yapıyor ve zamanında hapishanedeki korkunç koşulları anlatıyor. Adada gezerken Afrika penguenlerini de görmek mümkün. Tur toplam 3-4 saat alıyor. Denize karşı oturup biraz fokları seyredip dinlendikten sonra şehir merkezine gitmeye karar veriyoruz. İlk durağımız Bo-Kaap oluyor. Burası Signal Hill yamacında bir Township ve Malay Bölgesi olarak biliniyor. Rengarenk evleriyle fotoğraf çekmek için güzel bir bölge. Buradan Green Market’in olduğu bölgeye gidip cafe, bar ve restoranların da bulunduğu Long Street’te geziyoruz. Bir zamanlar köle pazarı olarak kullanılan Green Market meydanında şimdi buraya özgü el işi hediyelik eşyaları bulabileceğiniz tezgahlar var. Pazarlık yapmak sizin aklınıza gelmese bile onlar aklınıza getiriyorlar 🙂
Otelimize yürürken bir şarap mahzeni görüyoruz; Caroline’s Fine Wine Cellar. Güney Afrika şaraplarının ve ithal şarapların arasında hangi birini tadıp alalım diye düşünürken kafamıza göre bir şeyler seçip alıyoruz. Şaraptan çok anladığımızı söyleyemem ama her birinin tadı çok güzel geldi. Şehrin birçok yerinde şarap tadabileceğiniz ve satın alabileceğiniz dükkanlar mevcut. Zaten yol kenarlarında alabildiğine üzüm bağları uzanıyor ve hatta üzüm bağlarına turlar düzenleniyor.


Son günümüzde yarımada turuna çıkıyoruz. Tura Sea Point ile başlıyoruz. Sea Point, en güvenli yerlerden biri. Sahil boyunca bisiklet binen, yürüyüş ve koşu yapan insanları görebilirsiniz. Ardından Clifton Beach ve Camps Bay geliyor. Clifton pahalı ve lüks konutların bulunduğu bir bölge. Camps Bay ise deniz tatili yapmak isteyenlerin tercihi olabilir. Beyaz kum plajı, masmavi denizi ve renkli gece hayatı ile hem dinlenebileceğiniz hem de eğlenebileceğiniz imkanlar sunuyor. Atlantic tarafındaki bu sahillerde köpek balığı saldırıları nadir görülüyormuş. Buradan devam edip Hout Bay’e geliyoruz. Hout Bay’de limanda fokları görmek mümkün, ancak asıl buradan toplamda 45 dakikalık süren bir tekne turuyla Seal Island’a gidip koloni halinde tüm adayı işgal etmiş olan fokları izlemek çok eğlenceli. Bizim gittiğimiz zaman yağmur ve rüzgar bu yolculuğu biraz zorlaştırıyor ancak yine de çok güzel.

Cape Town’da yapmayı en çok istediğim şeylerden biri balinaları izlemekti. Cape Town’a 1 saatlik mesafede bulunan Hermanus’ta balinalar kıyıya çok yakın geçiyormuş. Geçiş zamanları Ekim-Kasım ayları olduğu için okyanusun bu dev yaratıklarını yakından görme şansımız malesef olmuyor.
Cape Town’daki son saatlerimizi şarap, amarula ve çikolata alarak geçirip 13 saatlik geri dönüş yolculuğumuza başlıyoruz. Afrika, Hollanda ve İngiltere kültürlerini bir arada barındıran Cape Town’da ırkçılık bitmişse de hala bir ayrım olduğu hissediliyor. Lüks yerlerde yaşayan çok zengin beyazlar da var, teneke evlerde çok kötü koşullarda yaşayan siyahlar da. Güvenlik problem. Evlerin önlerinde “Armed Response” yazılı uyarı levhaları asılı. Gece bazı bölgelerde, şehir merkezinde bile yürümeyin, rehber olmadan townshiplere girmeyin deniyor. Tüm insanlar için güleryüzlü ve nazik diyemem. Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne üye ve para birimini Euro sananlar da var Osmanlı sananlar da. Bir taksi şoförü de Türkiye’deki son dönem yaşananlardan haberdar. Ne olursa olsun gidip de Cape Town’u çok sevenler çok haklıymış. Büyük bir beklenti ile gittiğimiz Cape Town bizi hayal kırıklığına uğratmıyor.

Kısa Kısa Cape Town
Nerede gezilir, ne yapılır, nerede kalınır?Turistik yerlerde güvenlik açısından pek sıkıntı olmasa da şehrin iç kesimlerinde güvenlik problem. Akşam geç saatlerde dışarıda yürünmemesi tavsiye ediliyor. Biz taksi kullandık. Bir sorunla karşılaşmadık. Hop On – Hop Off otobüsleri de kullanılabilir.
Robben Island için önceden online rezervasyon yaptırıp biletlerinizi alın.
Waterfront’daki Information Center’dan istediğiniz turları ayarlayabilirsiniz.
Table Mountain tepesinde genelde sis olur. Sis olmadığı bir zamanda hemen fırsatı değerlendirip tepeye çıkmalısınız.
Denize girmek isterseniz güvenli olarak işaretlenmiş bölgelerde girin. Köpek balığı saldırıları olabiliyormuş.
Yemek konusunda bir sıkıntı yaşamazsınız. Her zevke hitabeden restoranlar mevcut.
El işi ahşap ürünlerden ve Güney Afrika şaraplarından alın mutlaka.
Para birimi Güney Afrika Rand’ı. Havaalanında bozdurabilirsiniz. Para bozdururken mutlaka pasaportunuz yanınızda olmalı. Ayrıca komisyon da alınıyor.
okudugum en iyi gezi notuydu tesekkur ederiz